ASANSÖR SEKTÖRÜNDEKİ BİLİNÇSİZ ÜRETİCİLER

Hızla büyüyen bir sektör ve hızla STK’ları küçülen bir sektör. Bu kadar ters orantılı bir yapı herhalde dünya üzerinde yoktur. Sektörde özellikle son yıllarda artan arz-talep denkleminden çıkan sonuçla özellikle platform sektörü en hızlı çıkışı yaşayan bir sektör. Bu kadar hızlı büyümeyle beraberinde gelişen sıkıntılarını da getirmektedir. Tabiri caizse “mantar gibi” her yerde yeni yeni meslektaşlarımız çıkmaktadır. Neden bu tabiri kullandık çünkü gerçekten bu sektöre girmek için çok bir şey gerekmiyor. Maliyetlerde o kadar üst boyutta değil. Hani cebinizde biraz para biraz da “yastık altı” kaynaklarınız biraz kayınçodan biraz bahçedeki ürünü sattığınızda elinize geçen parayla bir düz, özellikleri çok olmayan ucuzundan platform alabilirsiniz. Sektörde imalat ve satış yapan firmalar şu cümleyi kullanırlardı; “bir ev alsanız ayda 500-800 TL gibi bir geliriniz olur. Oysa platform alırsanız ayda bunun 3-4 katı çok rahat size kalır.” Kulağa hoş gelen, aslında gerçeklikten de uzak olmayan bir çözümlemedir. Herkes öyle yaptı. “Hamburger neyden yapılır” sorularıyla operatörlük belgesi alındı. Sonra sektöre girildi. Yeni olanlar veya çevresi olanlar iyi çıkış yaşadılar. Diğerleri de hasbel kadar bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Büyükler çıktı. Devrilenler oldu. Baronlar çıktı. Zincirler koptu. Ölümler oldu. Ve sektör büyüdü.

“Köyde ineğini satan”, “tarlasını satan”, “emekli olan”, “evini satan” yani bir zamanların Türkiye’si gibi “taşı toprağı altın” dedikleri İstanbul’a nasıl akın ettilerse sektöre de öyle akın ediliyor. Her sokakta platform sloganı bayağı etkili oldu galiba.

Bu kadar büyümeyle sorunlarda çıkmaya başladı. Çıkması da normaldi. Kimse bu işin bu kadar rağbet göreceğini beklemiyordu. Özellikle alt yapı sorunu yaşanmaya başladı. Bu anlamda yola çıktığını iddia eden “Dernekler” kuruldu. Sektörü bir seviyeye getireceklerini söyleyen “Kahraman Başkanlarımız ve Tayfaları” çıktı ortaya. Biraz göbekliydiler. Enseleri de kalındı. Önlerini ilikleyip yürüyorlardı. Kibar konuşmaya ve kelimelerini ilginç yabancı kelimelerle birleştirerek konuşuyorlardı. Tanıdıklardı ama çok sıkıyorlardı kendilerini. Rahat değillerdi. Acaba onları bu kadar sıkan neydi. Çok soruldu. Bulunamadı maalesef. Bulunamazda. Sonra iftarlar yapıldı. Konuşmalar yapıldı. Halka hitap ederken ramazan boyunca bu kadar kilo vermiş olamazlardı. Olsun dedik. Alışacaklar. Konuşurlarda bir gün. Öğrendikleri Türk Dil Kurumu kelimelerin tersine yabancı kelimelerin anlamını da öğrenirler bir gün. Hızla geliştirmeye başladılar kendilerini fakat sektöre veremediler bir şey. Sektör sorunlarıyla kalakaldı. Ama dernekler de çalıştı hani. Baya bir müşteri topladılar. Müşterilerine hatta para karşılığı yeni yeni hizmetler getirdiler. Kimi dergisini sattı. Kimi kurduğu şirketlerde dernek adıyla evrak satıp para kazandı. Kimi “doğuştan zengin” olanları çatısında topladı. Onun bişey satmasına gerek yoktu. Öyle de yaptı. “Paran varsa borun da öter”i esas aldılar. Allah hepsinin yolunu açık etsin. Baya bir şiştiler. Hepsi maşallah dernekçilikle ve onun getirdiği birikimlerle baya baya doldular. Dolu adamlar lazım bize zaten.

İçi boş, bir sistem kuramayan, herkesi kucaklayamayan, sadece kendilerini şişiren dernekçilik kendini tasfiye etmek zorunda. Artık “maymun gözünü açtı” sözü hayat bulmaya başladı. Sektöre bir şey kazandırmayan fakat derneğin yarattığı imkanlarla kendilerini yontan insanlardan herkes bıktı. Sektörü bir tıkanma noktasına getiren, çözüm üretemeyen hatta ve hatta sektörü yalnızlaştıran bu dernekcikler ve STK’ların sektörün yanında değil karşısında olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bunlar sektörün önünü açamadığı gibi sektörü gittikçe sığ ve boş bir alana çekmektedir.

Ama arkadaş bizde de suç var. Bir meslektaşımızda çıkıp demez mi “yahu siz ne yapıyorsunuz”. Yok arkadaş yok. Kimse sesini çıkarmıyor. Adamlar gözümüze sokar gibi kendi bildiklerini okuyorlar. Sonra da dernekçilikten bahsederler, vaadlerde bulunurlar. Geçtiğimiz günlerde bir dünya para karşılığı bir organizasyon yapıldı. Metre karesi fuardan daha pahalı yerler satıldı. İftar yemeği verildi. Kimse de çıkıp demedi mi “arkadaş 3 saat için 3.000.-TL çok değil mi?”, “siz neyin kafasını yaşıyorsunuz. Arkadaş buraya kimi çağırdın. Şehir dışını bırak şehir içinde bile organize edemedin sektörü. Birkaç firmayı çağırmakla olmaz. Şimdi orada stand açan firmalar acaba nasıl bir sonuç aldılar. Bal gibi kasalarına para koymak için böyle oyunlar oynuyorlar ama hiç birimizde kalkıp bir şey söylemiyoruz.

Bir derneğimizde fuar yapar her sene, bizde her sene o fuara gideriz ama bir Allah’ın kulu olmaz mı? Fuar alanına kadar giriyoruz derneğin bir tabelası bir işareti bir organizasyon yapıldığına dair bir çalışma yok. Fuar firmasını adres gösterirler sorunlar karşısında fakat fuar firması da “Biz derneğe 70.000.-TL para verdik, bir daha da görüşmedik” derler.

Bir “zenginler kulübümüz de bir “İş toplantısı yaptı” herkesi sponsor yaptı. Otoparka araçları fahiş fiyatla koydurdu ve “uluslararası firmalar akacak” dedi. Nuri Alço’nun repliği o dernekten geliyor olabilir. “Akıyoooo” ama akan makan olmadı.

Olmaz arkadaşlar. Böyle gitmez. Üç beş kişinin tekelinde bizi yönlendirmelerine sömürmelerine izin mi vereceğiz. Bunların kendilerini düşünmekten başka kaygıları yok. Bunların bizim üzerimizden hareket etmesini artık ne kadar daha sessizce izleyeceğiz. Kendimizi onların elinde oyuncak mı yapacağız. Elbette hayır. İsyan bayrağımızı onlara açmıyoruz. Onları deşifre etmeyeceğiz. Ama gelin kendi derneğimizi kuralım. Bizim sorunlarımızın masaya yatırıldığı, bizim olan bir derneği kuralım. Kimsenin malına, canına kastımız olmadan. İnsan olduğumuzu hatırlayarak, örgütlü olduğumuzda daha iyi olacağını görerek hareket edelim. Gelin iktidara yürümeyelim. Ama bir araya gelelim. Bu “Dernekcikleri” konuşmaya daha gerek yok. Biz bir şeyler yapalım. Onlar bizi konuşsun. Halk ve Hak kavramlarını bunların kirli ellerinden alalım. Nasırlı, çatlamış emek kokan ellerimizle yeniden eski haline sokalım.

Canı gönülden katılan arkadaşlarımız var. Ya siz ne dersiniz.